Medeniyetle İmtihanımız-2 (Biz Nereye?)

Medeniyet ışığının artarak yanması için bizlerin ve içinde bulunduğumuz toplumun katkı sağlaması hem bu ışığın refah düzeyimizi, yaşam kalitemizi artırması hem de insanlığın bu serüveninde çorbada bizlerin de tuzunun olması açısından önemli.

Günümüz olanakları, her bir bireyin dünya çapında ortaya konulan birçok bilgiye saniyeler içinde ulaşabilmesi, kişinin ürettiği bilgiyi paylaşabilmesi açısından neredeyse sınırsız imkanlar ve rahatlık sağlıyor.

Dünya medeniyetinin sağladığı bu gelişmelerden yararlanan insanlarımız var, ama yine de medeniyet konusunda bir eksikliğimiz, bir ihtiyacımız olduğu da aşikar.

Peki, tüm bu rahatlığa, olanaklara ve birikime rağmen neden toplumumuzda “medeniyete” hala derin bir ihtiyaç duyuyoruz?

Cevabı basit, çünkü bireysel olarak bu imkanlarda şahsi olarak değer üretiyor olsak da sokağa çıktığımızda, trafikte, iş yaşantısında, hastanede, postanede içinde yaşadığımız toplum ile bir bütünüz.  Akşam eve geldiğimizde ülkemizden haberler dinliyor ve dünya nerelere giderken biz hala nelerle uğraşıyoruz diyecek olaylarla karşılıyoruz.

Şiddet, tecavüz, dolandırıcılık olayları gibi insanlık dışı durumlarımızı tartışmıyorum bile…

Üzülüyoruz, soruyoruz sürekli; “biz neden ilerleyemiyoruz?” diye.

“Türkiye Medeniyet’e Nasıl Ulaşır” başlığı ile Temel Aksoy çok güzel bir yazıyı kaleme almış. Nasıl sorusuna cevaben makro bir çerçeve ve bir yol haritası ortaya koymuş. (http://www.temelaksoy.com/turkiye-medeniyet-duzeyine-nasil-ulasir/)

Diğer yandan bu yol haritasından önce sormamız ya da göz atmamız gereken bir başka unsur, medeniyet ile imtihanımızda yazılan benzer birçok yazıda sürekli dikkatlerden kaçıyor.




O da şu:

Biz toplum olarak medeniyeti gerçekten istiyor muyuz?

ya da

Daha iyisini üretmek, daha kaliteli bir yaşam gibi bir önceliğimiz, ihtiyacımız, talebimiz, beklentimiz gerçekten var mı?

Bana sorarsanız, talep yeterli düzeyde değil.

Çünkü örneğin;

–        Sokakta satılan hijyen açısından sağlıksız birçok ürün, daha akşam olmadan tükeniyor. Zabıtanın satışı engellemesini bekliyoruz.

–        Araç kullanırken emniyet kemeri takmak için polisin uyarmasına ihtiyacımız var.

–        Çalışırken işçimiz, çalışanımız koruyucu ekipmanlarını kullanmak için kontrole ihtiyaç duyuyor.

Daha iyisini ortaya koymak için sürekli devletten yaptırım bekliyoruz. Ama unutmamak gerekir ki devlet mekanizması da toplumun öncelikli beklentilerini dikkate almaktadır ve toplumun bir parçasıdır.

Dolayısıyla eğer toplum olarak böyle bir talebimiz yok ise, henüz böyle bir ihtiyaç hissetmiyorsak, hiç bir yol haritası da maalesef çözüm olamıyor.

Böyle bir talep yokken yol haritaları ortaya koymaya çalıştığınızda da zorlu bir mücadelenin içerisinde buluveriyorsunuz kendinizi. (Gerçi ne doğuda ne batıda hiç bir ilerleme mücadelesiz olmamıştır. Ama nelerle mücadele ettiğiniz de, ne kadar ilerleyebileceğiniz hakkında önemli bir göstergedir.)




Neden daha iyisini talep etmiyoruz?

Aslında daha iyi olanı hazır bir şekilde satın almak konusunda çok iyiyiz.

Son model arabalara, son model bilgisayarlara, cep telefonlarına son derece ilgiliyiz.

Ama bunların hiç birisi bizlerin ortaya koyduğu, ürettiği değerler, teknolojiler değiller maalesef.

Sadece gözlemlerime dayanan sebepleri sıralamaya çalışayım;

–        Hayal gücümüz ve zevklerimiz yeterince gelişmiş değil. (En çok izlenen tartışma ve evlendirme programlarını, dizileri, haber içeriklerini bu gözle bir izleyin. Bu konuda Ayşe Doğangüneş’in tespitlerine göz atabilirsiniz…  (https://www.linkedin.com/pulse/20141202094907-221914186-turk-televizyon-kanallari-turkish-tv-channels)

–        Birbirimizle sürekli kavga halindeyiz (Futbol programlarını,  iş yaşantısındaki günlük çekişmeleri, tartışma programlarını, trafikteki davranışlarımıza bir bakın)

–        Kapsamlı ve karmaşık düşünemiyoruz, düşünmek istemiyoruz, sıkılıyoruz (Sokakta dilenciye para vermek, onu dilendiren sebepleri ortadan kaldırmak için uğraşmaktan daha kolay)

–        Üşengeciz (Sürekli erteliyoruz, araba kullanma şeklimizin aksine daha iyisine ulaşmak için toplum olarak pek acelemiz yok)

–        Kolaycıyız (İnsanları birbirine bağlayan bir “cep telefonu” tasarlayıp ortaya koymaktansa, en iyi cep telefonunu satın almak daha kolay)

–        Korkularımız var (Beğenilmemekten, eleştirilmekten, ait olduğumuz gruptan dışlanmaktan çekiniyoruz. Bu da kendimize ait irademizi ortaya koymaktan çok, bizden beklenildiği gibi davranmamızı teşvik ediyor. Yaratıcılığımızı, farklı düşünme yeteneği ve özgürlüğümüzü, yenilikleri hayata geçirmemizi engelliyor.)

–        Güç sahibi olmaya/olana; sistemli ve ilkeli olmaktan/olandan daha çok önem/değer veriyoruz. (Bir şekilde güce sahip olmak, ne şekilde sahip olunduğunu gölgeliyor.)

–        Birey olmaktan çok, ait olduğumuzu savunduğumuz memleket, din, etnik köken, meslek grubu, kurumsal unvanlarımızı hatta tuttuğumuz takımı ön plana çıkartıyoruz. (Bu sayede kendimizi değerli, güç sahibi hissediyoruz. Böylece başkaları da bizim “kim olduğumuzu” bilmiş oluyor!)

Elbette yukarıda sıraladığım birçok unsura karşı verilebilecek çok iyi çok güzel örneklerimiz ve başarı hikayelerimiz, bunları ortaya koyan, daha iyisi için mücadele eden insanlarımız da var. Ama göreceli olarak (bilimsel yayın, üretilen marka, şirket değerleri, patent sayıları gibi) somut örneklerle karşılaştırmalı olarak değerlendirdiğimizde bu unsurlar geliştirmemiz gereken özelliklerimiz olarak dikkatimi çekiyor.

Örneğin, daha güvenli, daha hızlı, daha konforlu bir arabayı üretmek için kafa yormayan böyle bir zevke, hayale sahip olmayan bir kimse, yeterince parayı bir şekilde (hatta ne şekilde olursa olsun) elde ettiğinde emniyet kemerini kullanmamayı, aracını yayaların üzerine sürmeyi, kaldırımlara,  engellilerin geçtiği kaldırım rampalarının önüne park etmeyi (sırf o paraya ve arabaya sahip olduğu için) kendisine doğal bir hak olarak görebiliyor.

Çünkü o aracı üreten hayal gücünden, zevkten, bilgiden, kapsamlı ve karmaşık düşünme ilişkisinden, insan odaklı olmaktan çok para, güç ve son model arabaya sahip olma üçgeninde yaşıyor hayatı.

Bu örneği irili ufaklı farklı düzeylerde çevrenizde görebilirsiniz;

–        Kendi yazmadığı bir makaleye, kitaba adını yazdıran bir akademisyen,

–        Hiç bir özelliğini bilmediği, hatta kendisinin çalışıp aldığı değil ailesinin satın aldığı son model telefonla benliğini ispatlamaya çalışan bir genç,

–        Başkalarının hakkını yemekten, gasp etmekten çekinmeyen (hatta bunu rutine bağlayan), ama sırf inançlı olduğu için cennete kendisini daha yakın hisseden bir yetişkin,

–        Oyunundan, mücadelesinden, futbolcularının tutumlarından çok takımının galip gelip gelmediğine bakan taraftar,

–        Hileyle, şikeyle de olsa sonuçta kazanmayı makbul gören bir yönetici.

örnekler artırılabilir.

Hepsinin ortak noktası daha iyi olanı ortaya koymak için çalışma zevkine sahip olmaktan çok, bir şekilde, en kolay yoldan o başarıyı, ödülü, gücü elde etmeye odaklanmak ve elde ettikten sonra da “o”nunla çevresine benliğini ispatlamak.

     Bu özelliklerimizden nasıl kurtulabiliriz?

–        Hayal kurabilmeliyiz. Bunun için sanat ile ilgilenmek güzel bir araç.

–        Hobilerimiz olmalı, kendimizin iyi olduğu, severek uğraştığımız alanları geliştirmeliyiz.

–        Birey olmalı, farklılıklarımızdan korkmamalı, bunları fırsat olarak görmeliyiz.

–        Birlikte çalışmayı öğrenmeli, farklı düşüncelere, fikirlere saygı duymalıyız.

–        Söylediğimiz ile yaptığımız arasında bağ kurmalıyız.

–        İlkelerimiz olmalı, bu ilkeleri ilan etmeli ve uygulamalıyız.

–        Şekilcilikten çok, uğraştığımız konunun özüne odaklanmalıyız.

–        Yaptığımız iş’te, fayda üretmeyi, değer yaratmayı öncelemeliyiz.

–        Çalışmalı, daha çok çalışmalıyız.

–        Televizyonu kapatmalı, kitap okumalıyız.

İnsan olarak daha iyi olanı elbette hak ediyoruz! Ama önce bunun hayalini kurabilmeli, daha iyi olanı talep etmeli, bunun için sürekli çalışmalıyız…

 

Çünkü Walt Disney’in söylediği gibi;

Eğer hayal edebildiğin bir şey ise yapabilirsin…

Sevgiyle kalın…

İbrahim

Bir yanıt yazın