Medeniyetle İmtihanımız-1 (Medeniyet Nerede?)
İnsanlık; toplayıcı, küçük topluluklardan, küresel medeniyetin bugünkü şekline nasıl ulaştı?
Medeniyetin meşalesi elden ele nerelerden nerelere taşındı?
Ülkemizde de medeniyete ulaşma tartışmaları her dönem güncelliğini korumakta.
Modern dünyanın medeniyet adına ortaya koyduğu prensiplerden uzakta yaşamanın maliyeti, sağlıktan, eğitime, ekonomiden, sanayiye, sanatsal etkinliklerden sokaktaki davranışlara kadar birçok alanı etkiliyor…
Doğu ya da Batı, Medeniyetin Bir Yönü Var mı?
Dünya medeniyet haritasının çağlar boyunca hareketlilik içerisinde olduğunu görüyoruz.
İlerlemek, keşfetmek ve çevremizde olup biteni anlamak adına bir çok medeniyet, birçok bilim insanı ve düşünür, ya ihtiyaçlar ya da merak ve hayal güçleri sayesinde farklı farklı birçok yeniliğe imza atmışlar.
Medeniyet ışığı dünya haritası üzerinde kimi zaman el değiştirmiş, kimi zaman eş zamanlı olarak farklı farklı coğrafyalarda bazen birbirlerinden habersiz olarak yanmaya devam etmiş ve insanlık bugünlere ulaşmış…
Tarihte Biraz Gezinti…
Medeniyete ilişkin tarihte rastlanılan ilk kıvılcımlar Mezopotamya olarak anılan bölgede özellikle M.Ö. 4000 yıllarından sonra Sümerlerin tekerleği ve özellikle de yazıyı icat etmeleri ile görülmeye başlanıyor. En basit anlatımla eğer bu keşif yapılmış olmasaydı bu satırlar kaleme alınabiliyor olmayacak, düşünceler mağara duvarlarında ilkel şekillerle anlatılmaya devam edilecekti.
Yine aynı dönemlere denk gelen süreçlerde Babil’de astronomi ve matematik alanında ortaya konulan gelişmeler, takvimlerin ortaya çıkması, zaman algımızın oluşması, ölçüm kültürü gibi günümüzde hala geçerliliğini koruyan pek çok kavramın ortaya çıkmasına yol açıyor.
Özellikle tarih öncesi olarak adlandırılan bu dönemlerde Doğu’da Mezopotamya’nın yanı sıra, Mısır, Hint ve Çin medeniyetlerinin de antik dönem eserleri, medeniyetin önemli kaynakları arasında yer alıyor.
Örneğin, M.Ö. 3000’li yıllarda Mısır Medeniyeti’nde Mısırlılar, gökyüzünü izlemişler ve böylece yön tayini, mevsim bilgileri, zaman geçişini hesaplama gibi konularda bilgi sahibi olmuşlar. Bugün kullandığımız Güneş’e dayalı takvimi yapmışlar, 365 günün 12 aya bölünmesiyle oluşan 5 günlük farkı da bayram günleri olarak kutlamışlardır.
Batı’dan Tekrar Doğu’ya…
Özellikle 610 yılında Mekke’de İslamiyet ile ortaya çıkan “dinde zorlama yoktur” düşüncesi hâkim oldukça, özgür düşünce ışığında birçok bilimsel çalışma yapılmıştı.
Teknik ilimler, tıp, astronomi, matematik, kimya gibi birçok alanda önemli çalışmalar ortaya koyan Müslüman bilim adamları, medeniyet ve kültür sahasında kısa zamanda kendilerini tüm dünyaya kanıtlamışlardır. O güne kadar Batı’da Roma ve Doğu’da Çin gibi medeniyetlerin bilimde ortaya koydukları çalışmaları rehber almışlar, 7. 8. yüzyıllarda önemli kaynakları tercüme etmişlerdir.
8. yüzyıl sonlarına doğru Ebu Musa Câbir bin Hayyan oldukça kapsamlı deneyler yaparak, simya ve bilimler konusunda günümüze kalmış olan çeşitli eserler üretti. Bu eserlerinde laboratuvar tekniklerini ve deneysel kimya metotlarını tanımladı.
9. yüzyılda Halife Memun tarafından Bağdat’ya kurulan Beyt’ül Hikmet (İrfan Evi) tercüme faaliyetlerini kurumsal bir hale getirdi. Eflatun’un önemli Diyaloglar’ı, Aristo’nun eserleri, Arşimedes ve Heron’un fizik ve mekanikte ortaya koyduğu eserler vb. gibi birçok önemli eser bu dönemde Arapça’ya çevrildi (http://tr.wikipedia.org).
Yoğun tercüme faaliyeti ile başlayan entelektüel seferberlik ve kültürel arabuluculuk, çoğunluğu cami ve medreselere bağlı olan zengin kütüphanelerin oluşmasını sağladı. Bağdat’taki Beyt-ül Hikmet’in zengin kütüphanesi, İskenderiye kütüphanesinden sonraki en büyük kütüphane haline geldi.
Bilimsel gelişmelere en önemli katkılar tıp, astronomi ve optik alanlarında oldu. Dönemin en büyük hekimi ve bir deist olan El-Razi’nin el-Hawi adlı 9 ciltlik tıp ansiklopedisi, birçok bilim insanı tarafından tüm Ortaçağ boyunca kullanılan en önemli tıp kitabı kabul edilmektedir.
Bir diğer önemli tıp insanı ise Endülüs’te yetişen İbn-i Sina oldu. İbn-i Sina’nın kaleme aldığı 14 ciltlik El-Kanun fi’t-Tıb tıp tarihindeki en ünlü eserlerden birisidir. El-Harezmi‘nin Hint dünyasından alarak kullanmaya başladığı rakam sistemi ve 0 (Sıfır)’ın kullanımı bu dönemde Endülüs üzerinden batı dünyasına geçti.
Dünyanın gezegenlerin yörüngelerinin merkezinde olduğu şeklindeki Ptoleme’nin düşüncesi 10. yüzyılda Ebu Cafer el-Hazen tarafından tartışmaya açıldı. Şüpheler 11. yüzyılda ilerledi ve İbn-i Heysem Ptoleme’ye Karşı Şüpheler adı altında bir kitapta bu gezegen modelinin gerçek olmadığını ileri sürdü. Bu eleştiri Kopernik’e kadar etkisini sürdürdü.
M.Ö 400’lerde yaşamış Yunanlı Heradot, Antik Mısır’ın Tıp alanında uzmanlaşmış olduğunu belirtmiştir. Örneğin bazı hekimler sadece baş ya da mide üzerinde çalışırken, bazıları göz ve diş üzerinde çalışmış, bu dönemde tıp eğitimi veren kurumlar (Per Ankh – Yaşam Evi) oluşturulmuş.
Yine sel sularını kontrol etme ve sulama sistemleri oluşturarak matematik ve geometri bilgilerini ilerleten Mısır Medeniyeti, piramitlerin inşaası neticesiyle ilk defa Pi Sayısı’nın tam değerini bilen bir formül bulmuşlar.
Doğu’dan Batı’ya…
M.Ö. 1000’li yıllara gelindiğinde medeniyet adına ortaya konulan bu değerler, Ege Denizinin doğu (İyonya) ve batı (Atina, Sparta vb.) yakasını içine alacak şekilde biraz daha Batı’ya kayıyor ve antik dünyada Pisagor (İyonya), Platon, Aristo, Sokrates (Atina) gibi düşünürlerce yine bugünkü modern bilimin önemli yapı taşları ortaya konulmaya devam ediyor.
Bu dönemin ünlü düşünürleri sadece birer düşünür değillerdi. Onlar aynı zamanda matematik, fizik, ekonomi, siyaset gibi bugün farklı uzmanlık alanlarında ele alınan konular hakkında önemli pratiklerinde hayata geçmesinde söz sahibi olmuşlardı.
Platon, Platon Okulunu kurdu ve birçok önemli filozof ortaya çıkardı.
Platon’un öğrencisi Aristo evrensel gerçeklere gözlemler ve çıkarımlar ile ulaşılabileceğini öne sürerek deneycilik kavramını ortaya attı. Bu kavram ile bilimsel yöntemin temellerini de atmış oldu.
Bu dönemde özellikle anatomi, zooloji, botanik, mineraloji, coğrafya, matematik ve astronomi ile ilgili önemli gelişmeler sağlandı.
Batı’nın taşıdığı medeniyet meşalesi 476 yılında Batı Roma’nın yıkılışına kadar yanmaya devam etti. Bu dönemde Batı, Rönesans ve Reform hareketleri ile coğrafi keşiflerin başlayacağı 14. Yüzyıla kadar Karanlık Çağı yaşayacaktır (http://tr.wikipedia.org).
Bu dönem, Batı açısından baskının artacağı, özgür düşüncenin kısıtlanacağı bir döneme doğru yol alacak, 13 yüzyıla gelindiğinde kilise ve dine hakaret (!) edenleri engellemek ve cezalandırmak amacıyla Engizisyon mahkemeleri ile en üst seviyeye ulaşacaktır.
Medeniyet meşalesi bu dönemde Doğu’ya geçmişti.
Emevi ve Abbasi Dönemlerine denk gelen bu dönemlerin ardından, Osmanlı İmparatorluğu Doğu’nun hâkimi olaya başladı. İslam’ın ve dolayısıyla Doğu’nun Altın Çağı’nın 14. Yüzyıla kadar sürdürdüğü düşünülmektedir. (http://tr.wikipedia.org/ Matthew E. Falagas, Effie A. Zarkadoulia, George Samonis (2006). “Arab science in the golden age (750–1258 C.E.) and today”, The FASEB Journal 20: 1581-6 (İngilizce))
Bu dönemde Doğu, öncekilerin yaktığı meşalenin hem sönmemesini, hem de dünyayı daha çok aydınlatmasını sağladı.
Medeniyetin farklı uygarlıklar arasında sürekli bir döngü içerisinde gelişimi, karanlık ve aydınlık dönemler aslında birbirlerine göre göreceli olarak ifade edilmektedir.
Medeniyet Ateşi Batı’da Yeniden Yükseliyor…
İlerleyen dönemde, yine aynı döngü içerisinde, özellikle Reform ve Rönesans hareketleri Batı’da uzun zamandır sönmüş olan medeniyet meşalesini yeniden alevlendirdi.
15. Yüzyıl’ın ikinci yarısında İtalya yarımadasında sanat ve bilim dallarında olağanüstü bir atılım yaşandı. Rönesans (yeniden doğuş) adı verilen bu hareket çağdaş Batı Avrupa ile klasik antik Avrupa arasındaki bağın tekrar kurulmasını sağladı. Avrupalı bilim adamları bu dönemde İslam dünyasından matematik öğrendiler.
Gutenberg’in Matbaayı geliştirmesiyle sanat, şiir ve mimari’de ortaya çıkan yeni tekniklerle bilgi yayılabilmiş, böylece köklü bir değişim başlamıştır.
15. Yüzyıl Avrupa’sında geleneksel ve batıl inançlar yerine özgürlükçü, akılcı ve bilimsel bulgular benimsenmeye başlandı. Fransız Descartes ve Alman Leibniz bu dönemin öncüleri sayılırlar. Newton ve Copernicus fiziksel ve astronomik olaylara getirdiği akılcı açıklamalarla bilimde yeni bir çağ açmış, Descartes ve Kant ise bu bilimsel gelişmelerin felsefi altyapısını hazırlamıştır (http://tr.wikipedia.org)
Rönesans sonucunda Skolastik görüş (Kilise’nin dar görüşü) yıkıldı. Yerine pozitif (Bilimsel) düşünce hâkim oldu. Bu da Reform hareketlerini hazırladı.
Bugün içinde yaşadığımız dönem; o günlerde özgür düşünebilen, sorgulayıp, hayal kurabilen insanların Mezopatamya’da, Antik Mısır’da Antik Yunan’da başlattığı Doğu ve Batı’da bir devinim içinde devam eden sürekli aydınlanmanın birikimi sayesinde ortaya çıkmıştır. Bu aydınlanma yolculuğunun birikimlerine Kopernik, Galileo, Kepler, Paskal, Newton, Einstein, Hawking gibi birçok bilim adamının katkıları sayesinde de, sahip olduğumuz tüm bu imkânlar insanoğlunun emrindedir adeta.
Sağlık alanından tutunda, iletişim araçlarına, ulaşım araçlarından nano teknolojiye kadar günlük hayatımızın birçok olmazsa olmazı bu birikimin ürünleri niteliğinde…
İnsanlık tüm bu gelişmeleri, her bir aşamada ulaştığı bilgiyi bir sonrakine aktararak elde etti. Bu aktarım çoğu zaman yüzyıllarla ifade edildi. Çünkü o dönemde hem ulaşım hem de iletişim anlamında insanlar arasındaki mesafeler her anlamda uzaktı…
Günümüz…
Küreselleşen dünyada artık doğu ve batı ayrımı, ülke ve dil farkları, mesafeler ortadan kalkıyor, bilginin serbestçe dolaşımı sayesinde internet imkanları çoğu zaman bizleri sadece hayal gücümüz kadar sınırlıyor.
Özellikle iletişim araçları sayesinde, istediğimiz alanda bir uzman ile çok rahat iletişime geçip bu alanda daha iyisini ortaya koymak için bir video görüşmesi yapabiliyoruz. Hatta aynı anda dünyanın farklı bölgelerinden uzman dostlarımızla ortak görüşmelerimizi evde pijamalarımızla yapıp sonra da çalışmamıza kaldığımız yerden, hiç yerimizden kalkmadan devam edebiliyoruz.
Ve Biz?
Peki, içinde yaşadığımız toplumda, ülkemizde; Türkiye’de durum nedir?
Sizce medeniyetin bu imkânlarından yeterince yararlanıyor muyuz?
Tüketim adına yararlanıyor olsak da, yeniden değer üretmek anlamında insanlığın ortaya koyduğu bu birikimi yeterince kullanıyor muyuz?
Bilimin, medeniyetin hanesine, sahip olduğumuz olanaklarla birlikte düşündüğümüzde, yeterince katkıda bulunuyor muyuz?
Toplum olarak değer üretenlere yeterince sahip çıkabiliyor, onları sahiplenip destekleyebiliyor muyuz?
Medeniyetten yeterince yararlanamıyor ya da medeniyete yeterince katkıda bulunamıyorsak bunun toplumsal nedenleri nelerdir?
Sizler üzerinde düşünürken, bir sonraki yazımızda da bu soruların cevaplarını değerlendirmeye çalışalım isterseniz.
Sevgiyle kalın…
İbrahim