Birlikte Yaşama Kültürü ve Papyon Teorisi
Geçtiğimiz günlerde avukat bir arkadaşımla sohbet ederken konu; aynı şehirde farklı semtlerde oturan insanların farklı davranış biçimleri olduğu, bu davranış biçimlerinin ise hepimizin günlük hayatında marketlerden, yürüyüş alanlarına, otoparklardan, o semtteki esnaf davranışlarına kadar birçok ilişkimizi etkilediğine geldi.
Hepimizin “orada yaşamak” söz konusu olduğunda kendini daha iyi ya da kötü hissettiği semtler, şehirler vardır. Bu şekilde daha iyi ya da daha kötü hissetme hallerinin birçok farklı sebebi olabilir elbette.
Farklı yerleşim yerlerinde karşılaştığımız ilişkilerde ortaya çıkan davranış kalıplarının (hatta kültürlerin) en uç noktasında; saygı sınırlarının geçildiği, saygının ortadan kalktığı hatta suça dönüştüğü davranış ve eylemler yer alıyor. Gelişmişlik düzeyi arttıkça saygı artıyor, karşılaşılan olumsuz durumlarda karşıdaki kişiye gösterilen fiziksel tepkiler yerini önce sözel tepkilere ve mimiklere bırakıyor. Hatta en gelişmiş düzeyde; sadece ufak yüz ifadeleri bile hoşnut olmadığımız duruma tepki olarak ortaya konulabiliyor, karşıdaki kişi bunu anlayarak davranışını sürdürmeyebiliyor.
Toplumsal günlük ilişkilerde saygının ortadan kalkması, hatta suç işlemeye varacak şekilde eylemlere dönüşmesi, farklı düzeyde çıkarlar ve ekonomik gelişmişlik düzeyleriyle ilişkili. Çıkarlar, davranış kalıpları ve beklentiler açısından Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini zihninizde canlandırabilirsiniz.
Toplumsal Evrim ve Suç
Konuyu, daha sonra çok eski bir dostum olan ve Leicester Üniversitesi’nde ekonomi, işletme ve organizasyon konularının yanı sıra, toplumsal evrim, ahlak felsefesi, suç ve insanlığın tarihi gibi farklı alanlarda multidisipliner okumalar ve araştırmalar yapan Serdar Kurdoğlu ile yeniden tartışma şansım oldu. (Yazıdaki italik ifadelerle Kurdoğlu’nun düşüncelerine yer vermeye çalıştım).
“Gelişmişliği bir evrim süreci olarak ele alabiliriz. Örneğin avcı toplayıcı ya da göçebe toplumlardan köylü topluma geçmek bir evrim. Köylü tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş de bir evrimdir. Her ne kadar adına sanayi devrimi denilse de toplumsal süreç açısından evrimsel bir değişim olarak kabul edilebilir. Kültürel evrim olarak ele alınan konu, biyolojik evrimin aksine daha hızlı ilerler, öyle binlerce seneye gerek yoktur.”
Sosyo ekonomik dinamiklerin gelişimi sonucunda günümüz dünyasında gelinen nokta, farklı toplumların farklı düzeylerde gelişmişlik seviyesinde olduğudur. Bu gelişmişlik düzeyleri aynı şehirlerde farklı semtlerde olacağı gibi ülkelerarası olarak da ele alınıp değerlendirilebilecektir.
Hangi düzeyde ele alınırsa alınsın saygının ortadan kalkması ve sonuçta suça dönüşebilmesi bu değişkenlerden etkilenir.
– Az gelişmiş ekonomilerde suç, küçük çıkarlar için büyük zararlar verebilme potansiyelinden doğar.
– Gelişmiş ekonomilerde ise büyük çıkarlar için küçük küçük zararların verilmesi söz konusu olur ve toplum tarafından kolayca tespit edilemez.
Papyon Teorisi
Bunu tıpkı bir papyona benzetebiliriz. Papyonun iki ucu farklı gelişmişlik düzeylerinin saygı sınırlarını geçme ve/veya suç işleme düzeylerini göstermektedir. Tabi tam bu noktada bir parantez açarak yaklaşımın bilimsel bir çalışma sonucu ortaya konulan bir teori olmadığını ifade etmem gerek. Konuyu bu şekilde bir görsel ve yaklaşım ile ele almanın tek sebebi sadece gözlem ve tartışmaya dayalı tespitlerimi derlemek ve konuya ilgi duyan siz değerli okuyucularımla paylaşarak tartışmak. Belki ilerleyen süreçte konuyu akademik olarak da ele alabilirim.
Devam edelim.
Papyon Teorisi olarak özetleyebileceğim bu yaklaşımı aşağıda şekilde görsel olarak özetleyebiliriz.
Az gelişmiş ekonomilerde suç küçük çıkarlar için büyük zararlar verebilme potansiyelinden doğar demiştik. Örneğin, “arka sokaklarda” bir genç bir kol saati için saatin sahibini yaralamaktan çekinmeyebilir.
Bir araçtan üç liralık mal çalmak için aracın camını kırıp beş liralık zarar verebilir.
Yukarıdaki şekilde sol tarafta en düşük seviyede yer alan gelişmişlik düzeyine karşın tek seferde verilen zararın yüksekliği ile yukarıda verdiğim bu örnekler temsil edilmektedir.
“Az gelişmiş toplumlarda bireyin diğer bireylere saygısı daha azdır, gücün ve şiddetin egemenliği daha ön plandadır. Bu sebepledir ki kavga, gürültü, savaş pek bitmez. Fiziksel gücün yalın hakimliği ve vahşet pek tabi ki medeni açıdan az gelişmenin bir göstergesi olabilir.”
Az gelişmişliğe bir diğer örnek olarak yine iş yaşantısında ya da sosyal ilişkilerde “kasaba kurnazı” ya da “köylü kurnazı” olarak adlandırılan davranış kalıbını da ekleyebiliriz. Türk Dil Kurumu’na göre köylü kurnazlığı; “kendi çıkarı için edinebildiği basit bilgi ve az deneyimle başkalarını aldatma işi” olarak tanımlanmaktadır. Burada “aldatma” her zaman suç unsuru oluşturmasa da zarar verme potansiyeli olarak ele alınabilir. Küçük hesaplar için daha büyük zararlar burada da söz konusu olabilecektir. Elbette burada “köylü” ya da “şehirli” ifadeleri köyde veya şehirde yaşayan her bireyi/kişiyi değil genel toplumsal ortamlar açısından sosyo ekonomik çerçevede istenmeyen eylemleri, zarar verme potansiyelindeki davranış biçimlerini temsil etmektedir.
“Öte yandan köylü kurnazlığı şundan gelir. Birey kendi köylüsüne, kendi küçük toplumuna dokunmaz, çünkü onlar bir arada yaşayacağı kişilerdir. Gider diğer köylüye ya da şehirde zaten bir daha karşılaşmayacağı adama ucuz kurnazlık yapar. Çünkü gerçek anlamda medenileşmemiştir, büyük bir kitleyle uzun vadeli bir alışveriş planlayamaz, hala vur kaç ve ganimet peşindedir. Köyü, aşireti ya da ailesi gibidir, ama onlar dışındakilerle ilişkilerine hassasiyet göstermeyebilir.
Oysa şehirleşen insan, uzun vadeli düşünür, büyük düşünür. Ticareti ve uzun süreli, geniş tabanlı ilişkileri düşünür. Savaş ganimeti ya da al kaçı istisnai olarak düşünür. Ticaret yapacaksın bir kere temel olarak, en kötü ihtimalle iş gücünü satacaksın, kazıklayıp kaçamazsın.
Tanımadığın kişilerle tanışmak, uzun vadeli ilişkiler kurmak zorundasın, kendine bir çevre kurmak zorundasın, köyünün veya aşiretinin dışında diplomatik bir ilişki düşünmelisin.”
Burada şehirli insan ifadesi, nüfusun kalabalık olduğu yerlerde ikamet etmekten daha geniş bir kavramdır.
“Şunu da belirtmek gerekir ki herkes kendi doğasına uyum sağlıyor. Örneğin şehirli mantalitesinde biri de köyde barınmakta zorlanabilir. Yani köylüyü suçlamak değil amaç. Köylü de şehre göç edince, ya da köyü gelişince, bir şekilde o da adapte oluyor, değişiyor. Köylüyle arkadaş olmak iyidir aslında, çünkü saftır, merttir ama tanımadığı, sorun yaşadığı adama karşı da acımasız ve umursamaz olabilir.”
Belki burada köylü ve şehirli kavramlarını daha da netleştirmek için şu ayrımı tartışmak gerekir. Şehirli insan; gündelik yaşamında gelişmiş, karmaşık, yoğun işlem ve ilişkileri çağının değerlerine uygun şekilde sürdürebilme, yönetebilme yeteneğini temel insani değerlere uygun olarak geliştirmiş bireyi temsil etmektedir. Bu bireyin köyde/şehirde nerede yaşadığının bu açıdan bir önemi yoktur.
“İstenen şey köylüyü de yüksek medeniyetin bir parçası yapmaktır, yoksa amaç onu köyünden koparmak değildir. Yani köyde yaşamak başka bir şey, herkes şehirde yaşayacak diye bir şey yoktur.”
Sürdürülebilir İtibar
Bireyin başkalarına zarar verme potansiyeli açısından konumuza tekrar dönecek olursak Papyonun diğer ucunda durum tam tersidir. Ekonomi ve sosyal hayat geliştikçe kendi çıkarları için başkalarına zarar vermemeye özen gösterme düzeyi artar. Bilinçli zararlar söz konusu olsa bile daha güler yüzlü bir hal alır. Muhatabını çok incitemeden, mümkünse fark ettirmeden gerçekleşir. Daha karmaşık bir yapıda sürekli ve gelişmiş ilişkiler söz konusudur.
“Gelişmiş toplumlarda sistem daha çok toplumun bir arada barışçıl yaşaması üstüne kuruludur. Yerleşiktir, gerçekten medenileşmişse vur kaç yapamaz ya da yapmamayı öğrenir.
“Gelişmiş ülkenin adamı rastgele (dan dun) davranmaz, politiktir, diplomatiktir, bir zarar verecekse hissettirmeden yapmak ister, çünkü muhatabının suratına daha sonra da bakabilmek ister, onunla sürekli bir iş yapmak ister. Her durumda, aynı adamla iş yapmayacaksa bile, toplumsal itibarına önem verir.”
İtibar söz konusu olduğunda bunu en iyi rezidans yaşantısı, kule iş yerleri gibi alanlarda gözlemleyebilirsiniz. En ihtiraslı zarar vermelerde bile kişilerarası güler yüz hakimdir, zarar verme şekli daha çok arkadan iş çevirme şeklindedir. Bu durum güçlerin eşit olduğu durumlarda daha çok geçerlidir. Her ne kadar güç sadece “para” olarak algılansa da, gücün daha karmaşık birçok unsuru bulunmaktadır. Bu karmaşık yapıyı çözmeden sadece paraya sahip olduğu için itibarı kısa yoldan elde etmek isteyen “köylü kurnazının” rezidans yaşamına adapte olamamasını da belki de bu tartışma ile açıklamak mümkündür.
Güçler eşit değil ise daha gelişmiş ekonomiler, az gelişmişler ile olan ilişkilerinde çıkarlarını daha ufak ve göze batmayan düzenlemeler aracılığıyla gözetirler. Çoğu zaman bu düzenlemeler durumun farkında olmayan çoğunluğu etkileyecek düzeyde kitlesel etkiye sahip olacaktır.
Orta Sınıf
İdeal olan Papyonun uçları arasındaki bandın çok geniş olmamasıdır. Ekonomik, sosyal ve kültürel bant aralığı açıldıkça huzursuzluk artacaktır. Bu dengesizliği ortadan kaldıracak yapı “orta sınıftır”.
İşte orta sınıfın önemi de burada ortaya çıkar. Orta sınıf geliştikçe papyonun uçlarındaki baskı papyonun ortasında düğüme doğru kayar ve ortalamaya yayılarak dengesizliği ortadan kaldırır.
“Çok zenginin minneti olmayabilir, çok umursamayabilir başkalarını. Kendi kurallarını dikte etmek
isteyebilir. Çok fakirin de yaşam savaşı o kadar güçleştirmiştir ki ahlak ikinci planda yer alabilir. Medeni olmanın anlamı şiddetten suçtan uzaklaşıp diğer metotlarla bir hayat kurmak, barışçıl ilişkiler kurup, insanlarla kültürel ilişkileri geniş çapta oluşturmaksa, pek tabi ki iyi bir orta sınıf bunun teminatı olabilir. Öte yandan her kesimden çeşit çeşit insan görmek mümkün tabi ki. “
Uluslararası İlişkilerde Papyon
Papyonun uçları arasında gidip gelen bu iki durum toplum içinde gözlemlenebileceği gibi, devletler arası uluslararası ilişkilerde de karşımıza çıkar. Gelişmişlik düzeyi arttıkça, güçlerin eşit olduğu durumlarda daha çok “diplomasi” devreye girerken, güç dengesi bozuldukça diploması yerini daha fiziksel zarar verme eğilimine bırakır ve “savaş” olarak karşımıza çıkar. Ancak uluslararası arenada savaş dahi, kendi içinde kuralları olan bir yaklaşımdır. (Uluslararası İlişkilerde diplomasinin detayları için detaylı bir kaynak, Henry Kissinger’ın Diploması kitabı olarak önerilebilir.)
Gelişmişlik düzeyinin en düşük olduğu yapılarda “terör” daha kuralsız ve tek seferde daha acımasız olarak kendisini gösterir. Gelişmiş ekonomilerin, gelişmemiş ekonomilerden kendisine “tetikçi” belirlemesi durumu da hem bireysel anlamda hem de ülkelerarası ilişkilerde gündeme gelen ve tartışılan konular arasındadır.
Birlikte Yaşama Kültürü
Özetle, toplumsal ilişkilerde şehirli, gelişmiş, medeni vs. nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, çağının değerlerini algılayabilen, uzun vadeli ve karmaşık ilişkileri sürdürebilen ve temel insan ilişkilerinde saygıyı önceleyen gelişmiş bireyin diğerlerine zarar verme potansiyeli ile kompleks düşünemeyen, basit ve kısa vadeli hesaplar ile günü kurtarma telaşında olan bireyin diğerlerine zarar verme potansiyelleri farklıdır.
Bu davranış sınırlarını sadece “zarar” ya da “suç” ile sınırlamamak, konuyu papyonun iki ucunda yer alan bu iki grubun “günlük” tüm ilişki düzeylerinde ele almak gerekir. Bu tartışma hepimizin “yaşam kalitesi” açısından bir yaşama sanatı unsuru olarak değerlendirilmeli, birlikte yaşama kültürünü geliştirmemiz açısından tartışılmalıdır.
Sevgiyle.
İbrahim