Covid19 – Neyin İçine Düştük Böyle?
Bundan birkaç ay öncesine kadar ne çok önemli gündem maddemiz
vardı. Hoop, bir anda Covid-19 çıktı ve birden bire tüm dünya tek bir problemin
etrafında toplanıverdi. Hem de ne toplanma. Her ülkenin günlük istatistikleri
test sayıları, vaka sayıları, ölüm oranları yayınlanıyor, veriler borsayı dolar
kurunu takip eder gibi takip ediliyor.
İnsanlar ekonomiye çalışırken, doğa biyolojiden sınav
yaptığını açıklayınca, ekonomi kavramlarının yerine biyoloji kavramları indi
raflardan.
Ama tabi bu virüsün sosyo ekonomik yanı olmadığı anlamına
gelmiyor. Mesela korona işine adil başladı ve devam ediyor. Din, dil, ırk,
kadın erkek, zengin fakir, prens başkan demeden sıradan vatandaş kadar, ünlüler
ve devlet başkanları da korona virüsünden nasipleniyorlar. Ünlü oyuncu Tom
Hanks, Galler Prensi Charles, Game of Thrones dizisinde rol alan Kristofer
Hivju, İngiltere’de Başbakan Boris Johnson bu isimlerden, şimdilik, birkaçı.
Günlük hayatımız kadar ekonomiyi de direkt etkileyen korona,
turistik rezervasyonlar ve uçuşlar kadar, Tokyo Olimpiyatları, Euro 2020 gibi
spor organizasyonları, örgün eğitimin yanı sıra konferanslar, konserler ve
futbol maçları gibi kitlesel tüm organizasyonların iptal edilmesine yol açıyor.
Tabi bu iptaller ekonominin küçülmesini de beraberinde getiriyor.
Sanıyorum bu iptallerin arasında en çok hissedileni,
çocukların okula gidememesi olsa gerek. Hem çocuklar hem de veliler açısından
zorlu bir süreç yaşanıyor evlerde. Uzaktan eğitim soruna çare olmakla birlikte
velilere ilişkin yayınlanan mizahi videolar ve karikatürlere sanıyorum en çok;
umarım bizi biraz daha iyi anlıyorsunuz artık diye iç geçiren öğretmenler
gülüyorlardır. Yine de eminim onlar şimdiden öğrencilerini özlediler.
Tabi tüm bu sıraladıklarımızla birlikte bir anda günlük öncelikli
kavramlarımız, terminolojimiz de değişiverdi…
Pandemi, maske, salgın, Wuhan, yarasa, korona, Çin, covid-19,
Dünya Sağlık Örgütü, İtalya, virüs, #EvdeKal, sosyal izolasyon, el hijyeni,
günlük vaka sayıları, uzaktan eğitim… Tüm
bunlar artık dilimizden düşmeyen ifadelerimiz.
Tabi sosyal medya boş durur mu? Onu da unutmamak gerek.
Her mecrada onlarca kısa video, makale, korku senaryoları,
yanlış bilgiler, doğru haberler, komplolar, istatistikler, kaos teorileri,
bilimsel açıklamalar. Bir anda hepsi birbirine girivermiş durumda. Neye inanıp
neye inanmayacağımızı zor ayırt ediyoruz.
Gündelik yaşamın aksaması, eski alışkanlıklarımızı devam
ettiremiyor olmamız ve sosyal kısıtlar kadar, bilgi kirliliği ve korku
pompalayan yayınlar da psikolojimizi derinden etkiliyor. Zaten evde kalan vatandaş temizlik
seremonilerinin yanı sıra şimdiden kedisi, köpeği, çiçeğinin yanı sıra evdeki
eşyalarla bile konuşmaya başlamış durumdayken, psikolojiyi ayakta tutmak daha
da zor hale geliyor. Bu konuda dolaşan haber ise içimizi ferahlatıyor. Sizin
eşyalarla konuşmanız sorun değil, eşyalar sizinle konuşmaya başlıyorsa dikkat
edin. J
Peki ya yaşlılarımız?
Bir kısmı hemen ilk günden evlerine kapanıp öncelikle
kendilerini tehdit eden fırtınayı anlamaya çalışırken, kırmızı kırmızı
haritalarla yangın yerine dönen dünyayı kuş kalbi misali çarpan yüreklerinde kaygıyla
izlerken Don Kişot gibi ortalıkta dolanan diğer amcalar, teyzelere ne demeli? Evet,
evet, ellerinde poşetleriyle marketlerde, temiz hava bahanesiyle parklarda, kalabalıkların
arasında korkusuzca dolaşan o yaşlı amcalar, teyzeler. Onları çekip çekip
yayınlayan gençler. Daha bunun gibi birçok sosyal olay incelenecek, eminim tartışılacaktır
önümüzdeki günlerde.
Ama fırtınalı korona günlerinden sonra özellikle iş etiğiyle
canla başla çalışan Sağlık Çalışanlarımız, işte tüm bunların içinde en çok onlar
konuşulacak, alkışlanacaklar eminim. Gece gündüz her türlü riskin tam da orta
yerinde çalışan sağlık çalışanlarımıza ilişkin anahtar kelimeler şimdiden
sıralanmış gibi; bilim, fedakârlık ve üstün çaba.
Korona sayesinde bu üç kavram nasıl da güzel girdi
yaşantımıza değil mi? Özellikle bilim ve çaba.
Hani şu en az çabayla, çalışmadan, kısa yollardan, başkasının
kesesinden, malın mülkün en iyisine, en çoğuna sahip olmaya çalışan, eline
geçirdiği her şeyin “tüccarlığını” yapan bir kesim varya, evet siz bildiniz
onları. Bilim ve çaba, çalışkanlık onların yerine yükselişe geçti. Sanki doğa,
insanlığın yarattığı, gerçek olmayan bir işe yaramayan bu tarz tüm düşünce ve
akımları bir sabun köpüğü gibi kenara atıverdi. Bir şişe kolonyadan daha
değerli olmayan tüm oluşum ve düşünce modelleri sorgulanır hale geldi korona
sayesinde.
Tabi konu bu tarz sorgulamalara gelince Korona bize neleri
getirecek, korona virüs bir kurgu mu? Dünyayı değiştirmek isteyen bir hareketin
başlangıcı mı gibi sorular da aklımıza gelmiyor değil.
Korona virüsün nasıl geldiği, bizi, dünyayı nerelere
sürükleyeceği konusunda yazılacak çizilecek çok şey var. Youtube kanalımda
hatırlarsanız 2050 Yılında Kaç Yaşında olacaksınız? Ve yine Çocuklar Nasıl Bir Gelecek Hayal ediyorlar? Başlıkları ile iki konuyu işlemiştim.
Korona ile yaşadıklarımız geleceğimizi, bizim hayallerimizi, çocukların
hayallerini nasıl etkileyecek mesela. Üzerinde düşünmemiz gereken birçok konu,
sormamız gereken birçok soru var.
Korona virüsü bize ne öğretiyor? İle aslında sizlerle bu konuyu
tartışmaya başlamıştık ama yazı dilinin de her zaman ayrı bir yeri var.
Ben de hazır evdeyken evdeki eşyalar benimle konuşmaya
başlamadan önce oturup siz sevgili okurlarımla koronaya ilişkin aldığım notları
paylaşayım istedim ve ilk yazıyı bu şekilde kaleme aldım.
Soru, görüş ve önerilerinizi instagram sayfamdan ya da youtube videolarımın altına yapacağınız
öneriler ile gönderebilirsiniz. #Birliktebaşaracağız, katkılarınızı bekliyorum.
Evde kalın, sağlıkla kalın.
İbrahim H. KAYRAL
Yaşama Sanatı